(17 Mayıs 1998)
HIZIR ALİ MURADOĞLU HOCA EFENDİ NEDEN VE NASIL ŞEHİD EDİLDİ?
Hızır Ali Muradoğlu Hoca Efendi, 1942 yılında Rize’de Yakup Efendi ile Hamdiye Hanımın çocuğu olarak dünyaya geldi. Dördü erkek olan altı kardeşten biridir. Babası Yakup Efendi balıkçılıkla uğraşan cömert ve namaz ehli bir zâttı. Hızır Efendi, çocukluğunda mahalle camii imamından ders almaya başladı. İlme hevesliydi. İlk ve orta öğrenimini memleketinde tamamladı.
Hızır Efendi, bir gün Nuri Erkan Hoca Efendi’ye gelerek kendisinden Arapça dersi almak istediğini söyler. Nuri Hoca Efendi de kendisine, “Sen bana okul derslerinde yardımcı olursan ben de sana Arapça okuturum” diye cevap verir. Bu sayede Nuri Erkan Hoca Efendi vasıtasıyla müstakbel kayınpederi ve şeyhi Mahmud Efendi Hazretleriyle tanışır ve bir müddet sonra da kendisine intisâb eder.
Bir gün İsmailağa Cami-i Şerîfinde rahlenin başında ders mütalâa ederken, Şeyhi Mahmud Efendi Hazretleri gelip kendisine, “Hızır hoca kızımı sana veriyorum” diyerek oradan ayrılır. Böylece Hızır Efendi, şeyhinin damadı olma şerefine de nâil olur. Bu evlilikten biri erkek, diğeri kız olmak üzere iki evlâdı dünyaya gelir. 1991’de Fatih Çarşamba’da, Çukurbostan Camii’nde imamlık vazifesine başlar.
Hızır Efendi, şeyhinin bulunmadığı veya hasta olduğu vakitlerde onun yerine sohbet ederek cemaati irşâd ederdi. Hanımı hastalanınca, ailesinin hizmetine koşmak zorunda kaldı. Hasta eşinin hizmetine giderken, “Nereye gidiyorsun hocam?” diye soranlara hiçbir olumsuzluk belirtisi hissettirmeden, “Efendimin parçasının yanına gidiyorum” diye cevap verirdi.
Mahmud Efendi Hazretlerinden sonra kendisini şeyhliğe namzet görülmesinden çok rahatsızlık duyar ve her vakit şeyhinden önce ve onun elleriyle kabre konulma arzusunu dile getirirdi. Son yaptığı hacda, “(İslâm’ı) tavizsiz yaşayan zâtın (Mahmud Efendi Hazretleri’nin) sohbetinden sonra ruhumu al yâ Rab!” diye duâ etmiştir. Şehâdeti, duâsında belirttiği gibi, bir Pazar günü Mahmud Efendi Hazretleri’nin sohbetinden sonra olmuştur.
Hızır Efendi, şehâdeti hakîkî duygularla talep eden, gönülden isteyen biri idi. Bu konudaki samimiyeti neticesinde, İsmailağa Camii’nde bulunduğu bir sırada, kendisine defalarca ateş ederek geçici dünya hayatının yanı sıra ebedî âhiretini de berbat eden bir bedbahtın elinden şehâdete kavuştu.
Hanımına olan vefâsı Hazreti Osman’a (Radıyallâhu Anh) benzeyen Hızır Efendi’nin şehâdeti de, Peygamber Efendimizin (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) diğer damadı büyük sahâbî Hazreti Ali’nin (Radıyallâhu Anh) şehâdet hâdisesiyle benzeşir. Hızır Efendi’nin hayatı, o büyüklerin izini takip ettiğinin de ispatıdır.
İsmailağa Camii içerisinde gerçekleştirilen bu cinayetin amacı neydi ve suikastı tertipleyenler kimlerdi? Arka plânda neler düşünülmüştü de, Hızır Efendi’nin şehîd edilmesine karar verilmişti? Bu soruların cevapları hâlâ bulun(a)madı! Suikast bir delinin üzerine yıkılarak dosya kapatıldı. Oysaki suikastla ilgili cevap bekleyen birçok soru vardı.
31 Ocak 2002’de Eyüp 2. Ağır Ceza Mahkemesi, “cezai ehliyeti olmadığı” gerekçesiyle, tutuklu bulunan sanığı serbest bıraktı. Cinayetteki sır perdesi hâlâ aralanamamış, üzerinden bu kadar sene geçmesine rağmen cevap bekleyen sorular aydınlatılamamıştır. Bu sorular hakkaniyetle cevaplandırılmalıdır ki, gelecek nesillere İslâm düşmanlarından temizlenmiş bir memleket bırakabilmek mümkün olsun!
Hızır Efendi’nin ve sonraki yıllarda gerçekleşen Bayram Ali Öztürk Hoca Efendi’nin (Rahmetullâhi Aleyh)şehâdetleri, kendilerinin arzu ettiği bir âkıbetti. Bizleri derinden yaralayan asıl konu ise, bu elîm hâdiselerin hâlâ aydınlatılamamış ve arkasındaki asıl güçlerin ortaya çıkarılamamış olmasıdır. Allah azze ve celle şehâdetlerini kabûl ve makbûl eylesin! Âmîn!