Sözleşmelerin ve Ahitlerin Gölgesinde
İsrailoğulları’nın tarihi, pek çok sözleşme ve ahitle doludur. Bu bağlam, onların inanç sistemini ve toplum yapısını anlamak için kritik öneme sahiptir. Sözlerinde durma kavramı, farklı yorumlara açık bir konu. Bazıları bu durumları başarı olarak değerlendirirken, diğerleri ihlalleri ön plana çıkarır. Bu makale, İsrailoğulları’nın tarihteki sözlerinde durma çabalarını inceleyecek ve onları etkileyen dinamikleri ele alacaktır.
Ahitler ve Sözleşmeler: Kutsal Metinlerdeki Yansımaları
Eski Ahit, İsrailoğulları’nın Allah c.c ile olan sözleşmelerinin temelini oluşturur. Bu sözleşmeler, inancın ve toplumun düzeninin belirlendiği metinlerdir. Aşağıda ahitlerin rolü ve önemine dair bazı noktalar yer alıyor:
- Kutsallık: Ahitler, Allah c.c ‘nin insanla yaptığı kutsal anlaşmalardır.
- İhlallerin sonuçları: Sözleşmelerin ihlali, genellikle kötü sonuçlar doğurmuştur.
- İlişkinin dinamikleri: Allah c.c ile İsrailoğulları arasında sürekli bir etkileşim vardır.
Tarihte, ahitlerin ihlali genellikle felaketler veya sürgünler ile sonuçlanmıştır. Bu da, sözlerini tutmanın ne kadar önemli olduğunu gözler önüne serer.
İsrailoğulları’nın Sözlerinde Durma Örnekleri: Başarılar ve İhlaller
Tarihte İsrailoğulları’nın sözlerinde durduğu dönemler, önemli başarılarla birlikte gelmiştir. Örneğin:
- Sina Dağı Antlaşması: On Emir’in verilmesi, onların sözlerinde durmasının bir örneğidir.
- Yeruşalim’in Fethi: Bu olayda, Allah c.c’nin yardımına güvenerek savaş kazanmışlardır.
Fakat bu başarıların yanında, pek çok ihlal de yaşanmıştır. Örneğin:
- Altın Buzağı Olayı: Tanrı’ya karşı gelerek yaptıkları bu yanlış, büyük bir bedel ödemelerine yol açmıştır.
- Ba’al’a Tapınma: Bu dağılma sürecinde, birçok kez Allah c.c ‘nin emirlerini çiğnemişlerdir.
Bu olaylar, İsrailoğulları’nın sahip olduğu inanç ve sözlerin gücünü sorgulatmaktadır.
Söz Vermenin ve Sözünden Dönmenin Sonuçları: Tarihsel Bir Bakış
Söz vermek, toplumun ittifakını ve güvenini pekiştirir. İsrailoğulları’nın tarihindeki sözlerini tutmaları, bazı önemli faydalar getirmiştir:
- Toplumsal birlik: Sözlerine sadık kalan topluluk, dayanışma içinde olmuştur.
- Tanrı’nın bereketi: Sözlerinde duranlar, Tanrı’nın yardımını sıklıkla almışlardır.
Ancak, sözlerinden dönenlerin başına gelenler de dikkat çekicidir:
- Sürgünler: İhlaller, sık sık sürgüne sebep olmuştur.
- Felaketler: Sözlerinden dönenlerin, tarih boyunca yaşadığı birçok felaket, bunun bir sonucudur.
Bu olaylardan çıkarılacak dersler, bireylerin ve toplulukların geleceği için son derece önemlidir.
kur’an-ı kerimde geçen bazı kaynaklar:
يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارٰٓى اَوْلِيَٓاءَۘ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍؕ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَاِنَّهُ مِنْهُمْؕ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمٖينَ
İki şeyin –aralarına yabancının giremeyeceği kadar– birbirine yakınlığını ifade eden velâ (veya vely) kökünden türemiş olan velî (çoğulu evliyâ) terimi “dost, arkadaş, yardımcı, destekçi ve yakın” anlamlarında kullanılmaktadır. Aynı kökten olup “sevgi, dostluk, yetki ve yardım” anlamlarına gelen velâyet (veya vilâyet) terimi ise, başkaları adına onların rızâları alınmaksızın hukukî işlemde bulunma yetkisini ifade eder. Bu yetkiyi taşıyan kimseye de velî denir (bk. Hamza Aktan, “Velâyet”, İFAV Ans., IV, 453). Velî terimi Kur’an’da tekil ve çoğul (evliyâ) olarak seksen yedi âyette yer almıştır. Bunlardan kırk altısında Allah’ın insanlara dostluğu, üçünde insanların Allah’a dostlukları, on âyette insanlarla şeytan arasındaki dostluk, diğerlerinde ise iyi veya kötüler arasındaki dostluk için kullanılmıştır. Mevlâ ve velî terimleri de Kur’an’da aynı anlamda geçmekte olup velî, hem Allah hem de kul için kullanılırken, mevlâ ancak Allah için kullanılmıştır.
Bu âyetlerin çoğunda insanların gerçek dostunun Allah olduğu, O’nun insanlara, müminlere ve peygambere yardımcı olacak, onları koruyacak, bağışlayacak, karanlıklardan aydınlığa çıkaracak ve irşad edecek olan gerçek dost olduğu belirtilerek insanların O’na inanmaları, dayanıp güvenmeleri gerektiği; ayrıca kâfirlerin, zalimlerin yahudi ve hıristiyanların ancak birbirlerinin ve şeytanın dostları olabilecekleri bildirilerek dinî ve ahlâkî inanç ve anlayışların sosyal ilişkiler üzerindeki etkileri vurgulanmış, dostlukların tesisinde kan bağı yerine inanç birliğinin esas alınması gerektiği bildirilmiştir (Tevbe 9/23).
Kur’an-ı Kerîm’e göre dostun, sevdiği kişi için bir yardımcı olması, onu koruyup kollaması, maddî ve mânevî sıkıntılardan kurtarması, yüceltmesi, iyiliğe yöneltmesi, bu suretle dostluğun sevgiye dayanması ve pratik ahlâkî sonuçlar doğurması gerektiğine işaret edilmiştir. Nitekim en büyük dost olan Allah, bu dostluğunun birer belirtisi olarak insanlar için koruyucu, yardımcı, bağışlayıcı, merhametli, aydınlatıcıdır; “Allah’ın ahlâkıyla bezenme”yi emreden hadis uyarınca müslümanlar arasındaki dostlukların da bu olumlu meyveleri vermesi gerekir. Müminlerin kardeş olduklarını (Hucurât 49/10; Âl-i İmrân 3/103) bildiren âyetler de geniş kapsamlı dostluğun önemini anlatmaktadır (bilgi için bk. Mustafa Çağrıcı, “Dostluk”, İFAV Ans., I, 419).
İslâm’dan önce Medine’de Araplar’la birlikte Kaynukaoğulları, Nadîroğulları ve Kurayzaoğulları adında üç yahudi kabilesi mevcut olup Araplar’la aralarında dostluk antlaşması vardı. Araplar İslâm’dan sonra da bu dostluğu devam ettirmek istediler; fakat yahudilerle münafıklar görünüşte dost gibi davransalar da her fırsatta müslümanların aleyhine çaba harcıyorlar, özellikle Hz. Peygamber’in askerî planları hakkında müslüman dostlarından edindikleri bilgileri müşriklere ulaştırıyorlardı. 41. âyetten itibaren buraya kadar Medine yahudilerinin müslümanlara karşı olan tutum ve davranışları, münafıklarla olan dostluk ilişkileri ve bunları müslümanların aleyhine kullanmaları, kendi kutsal kitapları olan Tevrat’a karşı samimiyetsizlikleri, müslümanları İslâm’dan döndürerek Hz. Peygamber’i başarısızlığa uğratmaya gayret göstermeleri gibi olaylar anlatılarak veya bunlara işaret edilerek yahudi ve hıristiyanlarla kurulacak dostluğun faydadan çok zarar getireceği müslümanlara açıklandıktan sonra bu âyette müminlerin bu gibi yahudi ve hıristiyanlardan samimi dostlar edinmemeleri emredilmiştir.
Müslümanların Medine’ye göç ettikleri dönemde burada hıristiyanların bulunmaması veya yok denecek kadar az olması sebebiyle müslümanlar yahudilerden gördükleri sıkıntıların benzerini onlardan görmemişlerdir. Hatta Kur’an-ı Kerîm, hıristiyanların müslümanlara karşı yahudilerden daha iyi davrandıklarını bildirmektedir (Mâide 5/82). Ancak Kur’an’a ve Hz. Peygamber’e iman etmedikleri için hıristiyanların da müslümanların kendileriyle kuracakları dostluğu kötüye kullanmaları ihtimal dahilindedir. Nitekim Bakara sûresinin 120. âyetinde Hz. Peygamber’e hitaben, “Sen onların dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da senden asla memnun kalmayacaklardır” buyurulmuştur. “Onlar birbirlerinin velileridir” meâlindeki kısmı müfessirler şöyle yorumlamışlardır: Bu iki toplumun her biri gerçek dostluğu yalnızca kendi mensupları için yani yahudiler yahudiler için, hıristiyanlar da hıristiyanlar için kabul ederler. Bu sebeple onlardan müslümanlara gerçek bir dostlukla yaklaşmaları beklenemez (Taberî, VI, 276-277; Elmalılı, III, 1712).
Âyetin ifadesine göre yahudileri veya hıristiyanları dost edinenler onlardan sayılır, yani onlara benzer, onların huyunu kapar, gerçeğe değil onlar gibi hevâ ve heveslerine uyarlar, böylece zalimlerden olurlar; Allah zalimleri hidayete erdirmeyeceği için kurtuluşa ve mutluluğa eremezler. İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğuna göre gayri müslimlerle samimi dostluk kuran kimse küfre rızâ göstermedikçe dinden çıkmış olmaz (İbn Âşûr, VI, 230), ancak kimi dost edineceği konusunda hataya düşmüş olur. Kur’an-ı Kerîm, burada olduğu gibi birçok âyette müminleri uyararak kendilerinin dışındakilerin ister dinsiz olsun, isterse yahudiler ve hıristiyanlar gibi Ehl-i kitap olsun, müslümanların hayatî önem taşıyan sırlarını öğrenecek, muhtaç olduklarında kendilerini koruyacak derecede dostları olamayacağını ifade buyurmuştur (Âl-i İmrân 3/28, 118; Nisâ 4/144). Ancak mümin olmayanları dost edinme yasağı, onlarla iyi geçinmemek anlamına gelmez. Toplum ve devletin emniyet ve selâmeti bakımından devlet sırlarını onlara verecek derecede kendileriyle samimi olmak veya devletin sırlarını yahut menfaatlerini alâkadar eden önemli görevleri onlara teslim etmek yanlış olmakla birlikte, Kur’an müslümanlara karşı düşmanca tavır almayan gayri müslimlerle beşerî münasebetlerin iyi yürütülmesini, gerektiğinde onlara iyilik edilmesini, haklarında adaletli davranılmasını tavsiye etmekte, böyle yapanları yüce Allah’ın sevdiğini bildirmektedir (Mümtehine 60/8). Müslümanların menfaatine olduğu müddetçe onlarla uluslararası dostluk antlaşmaları imzalamakta da bir sakınca yoktur. Nitekim Hz. Peygamber Medine’deki yahudilerle vatandaşlık antlaşması yaptığı gibi müşrik kabilelerle de ittifak antlaşması yapmıştır. Samimi dost edinilmeleri yasaklananlar ancak İslâm’a ve müslümanlara karşı düşmanca tavır alanlar, onlarla savaşmak ve onları yurtlarından çıkarmak için birbirlerine destek verenlerdir. Yüce Allah bu tür gayri müslimlerle dostluk bağları kuranları zalimler olarak nitelemiştir (Mümtehine 60/9; gayri müslimlerle ilişkiler, velî ve velâyet hakkında bilgi için bk. Bakara 2/257; Âl-i İmrân 3/28, 118; Nisâ 4/138-140, 144).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 291-294
Modern Uygulamaları ve Günümüz İçin Dersler
İsrailoğulları’nın deneyimleri, günümüz dünyasında hâlâ geçerlidir. Sözleşmeler ve ahitler, modern hayatın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir:
- Güven: Sözlerde durmak, güveni artırır.
- Dürüstlük: Sözünde duran insanlar, toplumsal itibar kazanır.
Bu deneyimlerden çıkarılacak dersler, insan ilişkilerinden iş dünyasına kadar geniş bir yelpazeyi kapsar. Günümüz bireylerinin ve toplumlarının, bu değerleri hatırlaması gerekmektedir.
Tarihten Günümüze Bir Miras
İsrailoğulları’nın sözlerinde durma konusundaki tutarsızlıkları, dikkatle incelenmesi gereken bir durumdur. Bu analiz, bireylerin ve toplulukların sadece geçmişte değil, gelecekte de dikkat etmeleri gereken önemli bir meseledir. Sözünde durmanın bireysel ve toplumsal önemi büyüktür. Gelecek nesillerin, bu tarihsel deneyimlerden ders alarak, daha sağlam temellere sahip bir toplum inşa etmeleri mümkündür. Sözlerin gücünü anlamak, insan ilişkilerini güçlendirir. Yahudileri bugünün şartlarıyla değerlendirecek olursak, Filistine, Gazze bakmalıyız. Gazze’de 1,5 yıldır devam eden soykırımda 2 kez siyonist yahudiler tarafından ateşkes ilan edildi, Ancak her iki ateşkeste 1 gün sürdü. Allah azze ve celle kur’an-ı kerimde bizlere, kafirlerin sözlerinde durmayacağını açık şekilde beyan etmiştir.
Bu yüzden Maide suresi 51.ayet: Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları veli edinmeyin. Onlar birbirlerinin velileridir. Sizden kim onları dost edinirse şüphesiz o da onlardandır. Allah c.c zalimler topluluğunu asla hidayete erdirmez.
ayeti kerimesini iyice anlamamız gerek, akletmemiz gerek.